Ekmek

“EKMEK… “

Sizce ekmek nedir ve neyi ifade ediyor?
Ekmek nimettir, ekmek emektir, umuttur, gelecektir, güvendir, zenginliktir.
Velhasıl ekmek köylünün herşeyidir.
İster zengin olsun, ister fakir, herkesin sofrasında yer alan nimettir.
Bir lokması bir ömre bedel, uğrunda ne mücadeleler verilir.
Kuran´ dan sonra üzerine en büyük yeminlerin yapıldığı nimettir (Ekmek gözüme – Ekmek gözümü kor etsin).
Halbuki ekmeği elde etmek adına ne çabalar harcanır, ne terler dökülür! 
Bunu çok kişi bilmez, bilemez ve hatta bırakın bilmeyi hayal bile edemez.
Hele bir buğday tanesinden elde etmek için harcanan o mücadeleler, emekler...
Ağustos sıcağından alından dökülen terler...
Diyebilirim ki ekmek, ağırlığınca insanın alınterinin bir ürünüdür.
 
 
 
  
 
Ekilen buğday tohumu, kışı, çoğunlukla kar örtüsünün altında, dondan korunarak geçirir.
Çünkü kar toprak altındaki tüm canlıları kışın kuru ayazından koruyan bir yorgandır.
Tıpkı bir ozanımızın dediği gibi “Yağmur yorgan oldu, döşek kar bana”.
Kar altındaki tohumlar beslenerek kendilerini bahara hazırlarlar.
Kış ne kadar soğuk ve karlı olursa tohumlar o kadar toprak altında beslenir, dolgunlaşır. 
İlkbaharın gelmesi ve karların erimesiyle tohumlar filizlenmeye başlar.
Kafalarını tıpkı kardelenler gibi kardan çıkarmalarıyla birlikte yumuşamış topraktan boy vermeye başlarlar.
 
 
   
 
Eğer her şey yolunda gitmiş, başakları şiddetli yağmurlar çürütmemiş, fırtınalar yan yatırmamışsa, sıra hasada yani biçmeye gelir.
Buğdaylar tırpan, tırpan ile biçilmeyecek yerlerde orak ile biçilir.
Biçilen buğdaylar tarlada yığınlar halinde toplanırdı.
Biz çocuklar o yığınların içinde saklambaç oynamaya başlardık.
 
    
 
Öküz arabalarına yüklenen buğdaylar yağlanmış mazıların gıcırtıları arasında harmanlara taşınır.
İp Çayırından yukarı yokuşu tırmanmaya başlayan öküz arabalarının gıcırtıları köyde yankılanmaya başlardı.
Herkesin öküz arabasının mazı sesi farklı olurdu.
Mazının sesinden gelen arabanın kimin arabası olduğunu herkes bilirdi.
En yanık sesli öten mazılar en değerli olanlarıydı.
Mazıları tereyağıyla yağlamaya ve boyunduruk üzerinde köye gelmeye bayılırdım.
 
   
 
Harmanda serilip iyice kurutulan saplı buğdaylar düvenlerle ezilip başaklar ufalanır, saplar parçalanarak saman haline gelirdi.
Düvenler üzerinde, tepemizde kızgın güneş, güneşin altında akşama kadar düven üzerinde dön babam dön.
Güneşin kızgınlığının tepemizde kaynaması bir yandan, ter bir yandan…
Hele düven altından kalkan saman tozları boynumuza ve sırtımıza bir yapıştımı bizi alırdı bir kaşıntı.
Kaşındıkça kaşınırdık…
Çareyi bir kaçamak harmanın yanındaki dedemin (Yasin ARSLAN) değirmenin suyunun harkında alırdık.
Cıppan cıppan harkda çimerdik. Sonra tekrar düvene biner dön babam dön…
 
   
 
Ekinler iyice dövüldükten sonra sıra harman makinasında savrulmaya gelirdi.
Ailenin en kuvvetlisi  makinenin çarkının başına geçer başlardı çevirmeye.
Diğer erkek ve kadınlarda yaba ile makineye düvenle sürülmüş olan saman ve buğday karışımını atarlardı.
Makinenin dönen kanatları saman ve taneleri ayırırdı.
Makinenin hafif olan samanlar uçuşarak makinenin ön tarafına dökülürdü.
Samanlar ön tarafa yığılırken ağır olan buğday taneleri de elekten elenerek makinenin altındaki bölüme dökülmeye başlardı.
Samanlar kıl hararlarla mereklere taşınırken, buğdaylar çuvallara doldurularak çay kenarına götürülür ve güzelce yıkanırdı.
Yıkanan buğdaylar evlerin damında sergilere serilip kurutulurdu.
Bizlerde kargalar ve serçeler yemesin diye bu sergilerin başında bekçilik yapardık.
 
   
 
Kuruyan buğdaylar tekrar çuvallara doldurulup bir kısmı öğütülmek üzere değirmene kalanı da evdeki ambara doldurulurdu.
Öküz arabalarına yüklenen çuvallarla ver elini değirmen.
Buğdaylar değirmende keşik beklenirdi.
Bazan sabahlara kadar beklediğimiz olurdu.
Ben değirmende Yasin dedemle beklemeye bayılırdım.
Rahmetli dedem bana ateşin külleri arasında bir kömbe yapardı ki sormayın.
Kömbeden sonra kalan külleride zay etmezdi bu seferde kartol doldururdu küllerin içine.
O kartollar bir piştimi şöyle ortadan ikiye ayırdımı, içinden buram buram sıcak ve buğu çıkardı.
 
 
Dedem içine basardı tereyağını bana verirdi.
Aman Allahım o ne lezzetti öyle…
Şu anda bu kelimeleri yazarken o anı yaşıyorum ve burnumun direkleri sızlıyor dostlar.
Öğütülen buğdayın unu bir çuvala kepeği başka bir çuvala doldurulurdu.
Arabası olan arabasıyla olmayan at ya da eşeklerin sırtında evlerinin yolunu tutardı.
 
   
 
Sıra ekmek hamurunun yorulmasına gelirdi.
Hamur teknesinde yoğrulan hamur üzerine çarşaf vb. bir örtü örtülerek mayalanmaya bırakılırdı.
Kabararak kıvama gelen hamur teknesiyle beraber omuzlanır ve köyün fırınının yolu tutulurdu.
 
   
 
Ha unutmayalım hamur yoğrulmadan köyün fırınından keşik alnırdı.
Keşik fırında ekmek pişirmek için alınan sıradır.
Bu sıraya göre herkes evinde hamurunu hazırlar, fırını yakar pişirmeye hazırlardı.
Yakılan fırın yeterince ısındığında parduç adı verilen bezlerle fırının içi iyice kül ve közlerden temizlenirdi.
Parduç bezi yanmasın diye önce su dolu bir helkeye batırılıp ıslanır, sıkılarak üzerindeki kül ve közler temizlenirdi.
 
   
 
Temizleme işleminden sonra sırasıyla ekmekler pişirilmeye başlanırdı.
Genelde bir günde 2-3 aile ekmek pişirdi.
Bazan fırının kızgın ateşi karşısında canları sıkıldığında kendilerince mani ve türküler söylerlerdi.